
Geçen pazar Hürriyet'te obez mankenlerle ilgili bir yazı vardı. Aklıma Bir Kırık Bebek filmi geldi, Orhan Çağman'ı andım.
Bu çikolatalar günün bir an önce bitmesini istemek için yeni bir sebep.
En çok bu kibritleri sevdim...
Yakın zamanda tasarımda bir takım değişiklikler yapmışlar. Daha önceden nasıldı bilmiyorum onun için bu hali daha iyi daha kötü birşey diyemeyeceğim.
Ancak postlara yorum ekleme alanında bir sorun var. Yorum ekleyebilmem için bir form doldurmam gerekiyor (bu da zaten standart ad/soyad, e-posta adresi... doldurumlasını isteyen formcuk). Belli alanların doldurulması zorunluluğu var (hemen hepsinde olduğu gibi).
Bu doldurulması zorunlu alanlar genellikle küçük bir (*) işaretiyle belirtilir. Veya minik puntolarla "doldurulması zorunludur", "sitede gösterilmeyecektir" gibi bir ifade yer alır yanlarında.
Üniversite zamanlarıydı, ah keşke şarkı söyleyebilseydim.
Nerdendi bilmiyorum, böyle bir şarkı söyleme isteği gelmişti bana. Hala da bir yere gitmiş değildir bu istek ya neyse. Özellikle de zenci kadınları hep çok kıskanmışımdır, şarkı söyleyebildikleri hem de çok güzel söyleyebildikleri için.
Ama bir de ikişerden bu dört kadın var ki, onlar beyaz hatta bembeyaz olmalarına rağmen özellikle de bu şarkıları söyleyişleriyle en çok gıpta ettiklerim arasındalar.
"Cin Ali bile çizemem" der, resme yeteneği olmayan. Bu adamsa sadece Cin Ali'nin köpeği, uzay mekiği ve robotuyla olan maceralarından kendisine sektör yaratmış. Siz ona sadece bir başlık gönderiyorsunuz, o da sizin için bunun çizimini yapıyor.
Çok basit, sade ve komik...
"Are you going to finish that"
Anladım ki şu an internette en trendy hareket vintage fotoğraf kolleksiyonu yapmak. Bir grup insan, vintage diyebilecekleri ne bulurlarsa sitelerine koyuyorlar. Dergi, kitap kapakları, pinuplar, yetişkin yayınlarından parçalar (şimdi asıl adlarını anıp, başımıza iş açmanın alemi yok), film afişleri, moda dergilerinden sayfalar vs vs. Çoğu da zaten birbirinden göre göre hep aynı şeyleri koymuş. Gerçekten aşağıdaki gibi ve hatta ondan çok daha ilginç şeyler görülebilir, ama bağlantı vermesem kimse de bir şey kaybetmez.
Sonra gide gide deli işi bir işin içine düşmüş bir takım adamların kurduğu bir işin sitesine ulaştım.
Laura'nın portfolyosunu yayınladığı siteye gittiğimde, bir anda yepyeni bir dünyanın kapıları açıldı karşımda (daha bayat bir anlatım kullanamazdım galiba). Nasıl bunca zaman hiç denk gelmemişim Issuu.com'a şaşırdım. Oysa internette okuduğum dergilerden bazıları bu sistemi kullanıyor. Az sonra iyice karıştırıcam. Belki orada bulduğum ilginç şeylerle igili bir yazı daha yazmam gerekir.
Ancak Issuu'yu karıştırmaya başlamadan not etmem gereken bir konu daha var: Colr. Yeni oyuncağım da diyebilirim. Saatlerimi geçirebileceğim güzellikte.
Aslında bir kaç şey daha var yazacağım ama daha fazla dayanamayacağım ben Issuu'ya gidiyorum.
Bu fotoğrafı This Isn't Happiness'de gördüm. Gördüğüm ilk Marlene Dietrich fotoğrafı değil tabi, ama ağzımı açık bırakan ilk fotoğraf bu.
Pek çok insanın onu çok karizmatik bulmasını hep biraz fazla abartılmış bir tepki olarak görürdüm. Ama şimdi kadının hakkını teslim etmem gerekiyor. Çünkü sanki bu fotoğrafta, diğer fotoğraflarında görünen o edalı kadın havalarına bürünmeye çalışmamış, poz vermemiş. Sadece pikabın başında otururken arkadaşı ona seslenmiş ve kafasını kaldırdığı anda da bu fotoğraf çıkmış ortaya. Ama işte şimdi gerçekten edalı bir kadın oluşu.
Bakmaya doyamıyorum...
Bu parçanın dans versiyonu devamlı televizyonda, bu versiyonda devamlı radyoda. Duymaya dayanamıyorum ama duyduğum anda da sonuna kadar dinleme ihtiyacı duyuyorum.
Bu ikilemin içinde delireceğim.
Ben aslında bu foto muhabirliği fotoğraflarınından da fotoğraf olarak pek haz etmem. Ama bu yer gök mavi, beni büyüledi. Fotoğrafçı Matt Moyer'in diğer işleri de akıllara durgunluk vermese de fena değil.
Ah bir yaz gelse, ah bir denize girsek, aaaaaaah ah.
Bu da tam bir bira sever....
Bir gün gene Radyo Odtü dinlerken bir şarkı başladı. Ve benim kalbim yerinden oynadı. Uzun zamandır yeni bir şarkı dinlediğimde bu kadar heyecanlanmamıştım. Parçaya bayıldım, ama anonsu kaçırmıştım. Kim söylüyor, şarkının adı ne? Al sana iki cevapsız soru. Ancak Radyo Odtü'nün bir güzelliği, internet sitelerinde son 24 saatte hangi şarkıları çaldıklarının listesinin bulunması. O beni deli eden, içimi çoşturan şarkı Keane'den Spiralling'miş.
Keane, nerden baksan 9-10 senelik geçmişi olan bir grup. Önceden de bilenler biliyormuş, bense kendilerini bu yaz farkettim. Radyo Odtü sayesinde tabi. Aslında sonradan hatırladım ki, Last Fm, Keane farketmem için beni baya bir zorlamıştı. Devamlı reklamlar, albüm çıkmadan ilk siz dinleyin uyarıları... Yani Last Fm'in heryerinden Keane fırlıyordu, ama ben hiç oralı olmamıştım.
Galiba artık reklam kirliliği internet içinde geçerli. Körleşmişim. Hatta site içeriğiyle uygun olan reklamlara karşı bile duyarsızlık gelişmiş. Reklamz'ın (Linkz), yayıncı sitelerde uyguladığı, yer yer site içeriğiyle alakasız dahi olsa seçilen kelimeleri altı çizili ve kırmızı vermesi bile daha etkili tıklamamı sağlamakta. Pek çok yerde karşıma çıkan bannerları ise görmüyorum, görsem de Last Fm'de olduğu gibi ilgilenmeyebiliyorum.
İnternet reklamcılığı konusunu burada keseyim ve beni heyecanlandıran şarkılara geri döneyim ben. Muhteşem Brian Eno ve David Byrne'ın ortak çalışması muhteşem Strange Overtones söz konusu olan.
Bu şarkıyı dinlerkende böyle içimde birşeylerin yükseldiğini hissediyorum. Kıpır kıpır oluyorum, yerimde duramıyorum. Ne güzel dünyada böyle güzel müzik yapan insanların olması. Ve ne kadar şanslıyız ki bu müziklere ulaşmak gayet kolay. Daha çok insan daha çok iyi müzik yapsın lütfen.
Evet bu durumda da arada bir sürü şeyi kaçırıyoruz ama bizi birbirimizden farklı kılanda arada yakaladıklarımız arasındaki fark oluyor. Bu farklar, paylaşımlarımızı zenginleştiriyor. Böylecede dünya daha renkli, daha güzel bir yer oluyor. Daha ne isteriz ki?