27.02.2009

Renkler Ah Bu Renkler



Behance.net yaratıcı güzel tasarımların olduğu bir topluluk sitesi. Daha öncede adı geçmişti zaten bu blogda.


Ben Behance'e dönem dönem takılıyorum, çünkü her seferin sonunda sanatla ilgili, tasarımla ilgili bir işim olmamasına bir kez daha üzülüyorum. Orada yer alan hemen bütün tasarımcıları delicesine kıskanıyorum bu kadar güzel işler çıkarttıkları için. Bir yığın soru ile boğuşuyorum "Bunları yapan insanların beyinlerinin benimkinden farkı ne? Nasıl çalışıyor bunların kafası?" gibi.
İşte o kıskandığım adamlardan birisi Patrick Gunderson, az önce çıktı karşıma. Bütün sinirlerimi alt üst etti. Niye bu kadar iyi ki sanki bütün o renkler. Sinirden uyuyamam ben artık bu gece.

26.02.2009

Sarmaş Dolaş Oluyoruz Daldan Dala Atlıyoruz

Bir gün gene Radyo Odtü dinlerken bir şarkı başladı. Ve benim kalbim yerinden oynadı. Uzun zamandır yeni bir şarkı dinlediğimde bu kadar heyecanlanmamıştım. Parçaya bayıldım, ama anonsu kaçırmıştım. Kim söylüyor, şarkının adı ne? Al sana iki cevapsız soru. Ancak Radyo Odtü'nün bir güzelliği, internet sitelerinde son 24 saatte hangi şarkıları çaldıklarının listesinin bulunması. O beni deli eden, içimi çoşturan şarkı Keane'den Spiralling'miş.

Keane, nerden baksan 9-10 senelik geçmişi olan bir grup. Önceden de bilenler biliyormuş, bense kendilerini bu yaz farkettim. Radyo Odtü sayesinde tabi. Aslında sonradan hatırladım ki, Last Fm, Keane farketmem için beni baya bir zorlamıştı. Devamlı reklamlar, albüm çıkmadan ilk siz dinleyin uyarıları... Yani Last Fm'in heryerinden Keane fırlıyordu, ama ben hiç oralı olmamıştım.

Galiba artık reklam kirliliği internet içinde geçerli. Körleşmişim. Hatta site içeriğiyle uygun olan reklamlara karşı bile duyarsızlık gelişmiş. Reklamz'ın (Linkz), yayıncı sitelerde uyguladığı, yer yer site içeriğiyle alakasız dahi olsa seçilen kelimeleri altı çizili ve kırmızı vermesi bile daha etkili tıklamamı sağlamakta. Pek çok yerde karşıma çıkan bannerları ise görmüyorum, görsem de Last Fm'de olduğu gibi ilgilenmeyebiliyorum.

İnternet reklamcılığı konusunu burada keseyim ve beni heyecanlandıran şarkılara geri döneyim ben. Muhteşem Brian Eno ve David Byrne'ın ortak çalışması muhteşem Strange Overtones söz konusu olan.

Bu şarkıyı dinlerkende böyle içimde birşeylerin yükseldiğini hissediyorum. Kıpır kıpır oluyorum, yerimde duramıyorum. Ne güzel dünyada böyle güzel müzik yapan insanların olması. Ve ne kadar şanslıyız ki bu müziklere ulaşmak gayet kolay. Daha çok insan daha çok iyi müzik yapsın lütfen.

Evet bu durumda da arada bir sürü şeyi kaçırıyoruz ama bizi birbirimizden farklı kılanda arada yakaladıklarımız arasındaki fark oluyor. Bu farklar, paylaşımlarımızı zenginleştiriyor. Böylecede dünya daha renkli, daha güzel bir yer oluyor. Daha ne isteriz ki?

25.02.2009

Gene Moda

Bu aralar sinemalarda Bir Alışverişkoliğin İtirafları adında bir film var. Romantik komedi filan herhalde, hiç işim olmaz. Hani yaz olsa, başka film olmasa belki ama Oscar adaylarının salonlarda fink attığı bir dönemde böyle bir filme ayıracak ne zamanım ne param var. Hele bir de gezdiğim bir dizi (1, 2,...) alışveriş/moda sever blogda Şeytan Marka Giyer'den sonra hiç olmamış lafını duydukdan sonra dönüp bakmam bile.

Ancak bu aralar konumuz moda. Nasıl oldu anlamadım ama birden moda ile ilgili sitelerin içinde buldum kendimi. Bir süre aklımı başımdan alan Lookbook'du. Burda insanlar kendi fotoğraflarını koyuyorlar, ne giyindim, nasıl giyindim filan.

Çok renkli çok güzel bir site. Bir sürü fotograf, bir sürü kıyafet, renkler, kullanıcı profilleri... kıyafeti beğenmesen bile fotoğraf harika, fotoğraf kötüyse, renkler güzel, bazen sadece model güzel veya sadece çantası ama genelde ayakkabısı. İçinden çıkılır gibi değil.

Profiller bazen biraz sinir bozucu olabiliyor ama. Kullanıcıların çoğu çok genç. 9 yaşında bir tip var mesela, kıyafet tasarımcısı olarak tanıtmış kendisini. Daha etiniz ne budunuz ne de stil sahibi oldunuz siz diyesi geliyor insanın. Bir kere o kadar parayı nerden buldunuz o kıyafetleri alacak. Aslında para konusunu açıklığa kavuşturacak bir nokta var. Bu çocuklar hiç bir şey yemiyor içmiyor, herşeyini kıyafete yatırıyor anlaşılan. Çünkü büyük çoğunlığu ölümcül derecede zayıf. Yer yer mide bulandırıcı ölçüde zayıf. Bir de bir kısmına bir dur demek gerek. Biz o paça boyları uzayıp, kazaklar pantalonların dışına çıkana kadar neler görmek zorunda kaldık.

Lookbook'da dolaşırken doğal olarak, kullanıcıların bloglarına da sarkmaya başlıyor insan, ordan oraya, ordan onun takip ettiği bloglar, üye olduğu siteler filan derken iyice içinden çıkılmaz hale geliyor.

Sonra gene bir blogda bir bağlantı görülüyor, ve asıl çıkmaza o zaman giriliyor işte. Çünkü vardığımız nokta ShopStyle.

ShopStyle, gene bize farklı farklı renk renk kullanıcı profilleri ve "look"lar sunuyor. Ama Lookbook'dan en büyük farkı; kıyafetleri kombinlemek için sahibi olmamız gerekmemesi. Kıyafetler ve her türlü aksesuar, ayakkabı, çanta ve hatta makyaj malzemesi orada duruyor. Kullanıcının yapması gereken, kendi profili altında onları bir araya getirmek. Ha bir de aruzladıklarım listesi (aslında sadece wish ama söz konusu kıyafet olunca arzu daha uygun sanki) oluşturulabiliyor ve satın alma imkanı da var. İndirimlerin haber veriliyor olması da cabası.

Ben ki alışverişden nefret eden bir insanım, benim bile bu sitelerin içinde başım dönüyorsa, meraklısı ne hale geliyordur tahmin bile etmek istemiyorum. Allah hepsinin yardımcısı olsun.

Hamiş: Aşağı yukarı modayla ilgili bir yazı yazıp bir tane bile görsel koymamış olmak da pek hoş olmuş cidden ancak verdiğim linklerde o kadar çok görel var ki, benim ki sadece kalabalık yapmak olacaktı.

23.02.2009

Moda insanın kendine yakışanı giymesidir

Lookbook







Ayrıca bu kızın giyindiği herşeye bayıldım.

22.02.2009

Bütün Bu Renkler Beni Benden Alan - Joseph Albers




14.02.2009

Klimt ve Diğerleri

Hayatımda ilk Klimt gördüğümde ağlamıştım. O kadar heyecanlanmıştım ve içim o kadar kabarmıştı ki tutumamıştım gözyaşlarımı, kütüphanenin ortasında ödünç verme bankosunun önünde bir Klimt repredüksiyonuna baka baka ağlamıştım. Millet de tuhaf tuhaf bana bakmıştı.

İlk gördüğüm Klimt hangisiydi hatırlamıyorum ama ne zaman bir Klimt görsem içim pır pır eder, beynim uyuşur, kelebekler uçuşur.

Sevdiğim Klimtler dışında bir de Behance'de tesadüfen bulduğum Klimt uyarlamaları var.


Bu işten anlayanlar, aslında çok da başarılı çalışmalar olmadıklarını söylüyor, bazı teknik sorunlar varmış. Benim içinse ifadeler, renkler, ince ince detaylar bu çalışmaları yeterince büyüleyici yapıyor.



Her Klimt dendiğinde doğal olarak anılan bir isim de Schiele olmuştur herhalde. Beni Schiele ile tanıştıran kişi Bülent İnce.

Ressammış, resimmiş anlamayan ben Klimt'i çok beğendiğimi söylediğimde, o da bana en sevdiği ressamın en sevdiği resmini yolladı. Resmi gördüğümde benim ilk sorum, Klimt'in nesi oluyor bu ressam olmuştu. İkimizinde sevdiği ressamların bir dönem beraber takılmış olmaları, aralarında bir nevi usta çırak ilişkisi olmaları hoş bir tesadüftü tabi.

Evet şimdi bu yazıyı sonlandıracak şekilde bir toparlama yapmam gerekiyor ama toplanacak da birşey yok. İşte benim en sevdiğim ressam, ona öykünerek yapılmış bir takım fotoğraf çekimleri ve kısa bir sürede onun etkisinden kurtulup kendisini bulan ama dünyanın da çok erken kaybettiği bir başka ressam.

10.02.2009

Metehan Özcan

Ne diyebilirim ki? Bu adamın fotoğraflarını görür görmez tutuldum kaldım.
Aşağıdaki fotoğrafı Ulus İşhanı'nın avlusunun girişinde çekmiş. Renkleri, şekilleri, ışığı falan geçtim, bunların hepsi harika zaten. Ama ben çocukluğumda oraya kim bilir kaç defa gitmişimdir. İnsan bir kere olsun kaldırıp kafasını bakmaz mı? Bakmamışım işte. Bir fotoğrafçı olmayışımın nedenlerinden birisi de budur galiba.

Ben Metehan Özcan'ın adını takip ettiğim bir blog da tesadüfen buldum. Sonra Flickr'de baktım diğer fotoğraflarına. Bu merdüvenler de Ulus İşhanının içinden. Peki nedir bu merdüvenlerdeki terkedilmişlik hissi böyle?

Sanki dünyada hayat durmuş, her şey bitmiş. Bir tek bu merdüvenler kalmış.

Sanki terkedilmiş o kadın, merdüvenin görmediğimiz kısmında oturmuş ve ağlıyor. Biraz kulak kesilsem sesini bile duyabilirim hatta.

En çok vurulduğum, heyecandan nefes alamadığım fotoğrafı en sona sakladım. Sanıyorum burası da Ulus İşhanının için.


Merdüvenlerde ne kadar terkedilmişlik varsa, burda da acayip bir çaresizlik var. Elimi kolumu bağlıyor.

Sanki açık bir mezarın kapısı tam karşımdaki. Devamı varmış gibi bir dönüş yapıp orada sonlanan bir kolidor. O florasanın hastalıklı çiğ beyazı.

Sanki ne var ne yoksa orda tıkanıp kalır. Ne dönüş var, ne kurtuluş. Bir kere düştün mü asla çıkamayacağın beyaz bir kuyunun çaresizliği.

Acaba bu, sadece benim şu anki ruh halimle mi ilgili, seneler veya belki bir iki hafta sonra bu fotoğraflara dönüp baktığımda güler miyim kendime? Terkedilmişlikmiş, çaresizlikmiş...her şeyden bir hislenesim vardır belki de bu aralar sadece.

O zaman gelsin görürüz artık.

Şimdi Metehan'ın diğer fotoğraflarına dalalım biraz.

6.02.2009

Terry Hall - Forever J

Aşağıya koyduğum video, tuttuğum, tutulduğum şeyleri bir arada tutmak için oluşturduğum bu blogun ilk postu olmayı hak edecek kadar çarpıcı değil aslında, Ama az önce Radyo ODTÜ'de çaldı. Ve duyunca birden içim doldu gene. İçimi hem şarkının kendisi hem de hatırlattıkları doldurdu.

Aslında bu şarkıyı ne kadar eskiden beri ve nereden bildiğimi bilmiyorum. Hatta 3-4 sene önce sevgili Ali Bakan'dan bu şarkıyı bana bulmasını istediğimde, istediğim şarkının hangi şarkı olduğunu bulmak baya zamanımızı bile almıştı.

-Ali'cim ben bir şarkı arıyorum ama adını ve kimin söylediğini bilmiyorum. Napıcaz?

-Buluruz

Ve buldu.

Çok uzun süredir görüşemedik. Çok sık da görüşmemiz gerekmiyor zaten, bir birimizi sevdiğimizi bilmek yetiyor galiba. İki çocuk (şeytan mı demeli yoksa) babası, iyi bir eş, bir günde en az iki işe koşan bir çalışan ve bir arkadaşının basit hatta kapris sayılabilecek bir isteğim için vakit ayıran bir arkadaş. Şanslı bir insan mıyım ne? Hayatımın bir yerinde böyle bir adam olduğunu bilmek harika bir duygu. Herhalde topu topu 5 yıldır tanıyorumdur sevgili Ali Bakan'ı, bir tek kere en ufak bir şeyden şikayet ettiğini, yoruldum, sıkıldım dediğini duymadım. Devamlı güleryüzlü, devamlı mutlu. Her şeyin ters gittiğini düşündüğüm şu günlerde Ali ve şeytanlarla bir buluşma bana iyi gelir sanırım.

Aman altı üstü bir şarkı koyacaktım, bir Ali Bakan'a aşkımı ilan etmediğim kaldı ve işte başta nereden duyup, nereden öğrendiğimi, ne zamandır bildiğimi, nesini, niye sevdiğimi bilmediğim halde her dinleyişimde beni benden alan Forever J.. Terry Hall'dan dinliyoruz.